KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: Sineklerin Tanrısı

William Golding, Sineklerin Tanrısı, Çev. Mina Urgan, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2019.

 

Sineklerin Tanrısı

 

Sir William Golding 1911 doğumlu İngiliz yazar ve öğretmendir. II. Dünya savaşı yıllarının ardından uzun yıllar öğretmenlik mesleğini sürdüren Golding meslek hayatı sonrasında yazarlık faaliyetlerine başlar. 1954 yılında yayımlanan ve bu yazının konusunu da teşkil eden Sineklerin Tanrısı isimli eseriyle ön plana çıkan yazar, daha birçok önemli eserin altına imzasını atmıştır. Bunlardan bazıları Piramit, Kule ve Serbest Düşüş isimli eserleridir. 1983 yılında Nobel edebiyat ödülüne layık görülen yazar 1993 yılında hayata gözlerini kapamıştır. Yazar elinde bulundurduğu birçok ödülün yanı sıra İngiltere kraliyeti tarafından o dönem daha çok seçkin sanatçılara ve mühim şahsiyetlere verilen sir unvanına da sahiptir.

İllüstrasyon: Abdullah Gök

Sineklerin Tanrısı’nın, yazarın popülaritesini artıran eseri olduğunu söylememiz yanlış olmaz. 1954 yılında yazmış olduğu bu eser yazarın edebiyatcamiası içerisinde tanınırlığını artırmakla kalmamış, sonraki yıllarda özellikle İngiliz edebiyatı denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olmasını sağlamıştır. Yazar gerek çocuklarla yakın iletişime geçme imkânı bulduğu meslek hayatı, gerekse insanların ve toplumların en gerçekçi yanını gördüğü askerlik hayatının verdiği etkiden olmalıdır ki eserlerinde etkileyici bir dile sahiptir. Öyle ki Golding 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülürken insanın ruhsal ve fiziksel boyutlarını derinlemesine ele alması yönüyle öne çıkarılmıştı.

Yalnızca çocukları taşıyan bir uçağın bir adaya düşmesi sonucunda hayatta kalanların birbirleriyle kurdukları ilişkilere odaklanan bu kitabın konu edindiği olaylar balta girmemiş ormanlara, hiç ayak basılmamış kumsallara sahip bir adanın ortasında geçmektedir. Özellikle insan davranışlarının toplum içerisindeki değişimi ve dönüşümünü konu alması dolayısıyla sosyal psikoloji, kitapta konu edilmiş birçok nokta ile ilişkilendirilebilir görünmektedir. Bu nedenle yazıda kitabın kahramanları olan çocukların birbirlerine ve olaylara karşı tavırlarını belirleyen psikolojik süreçler irdelenip, genelde psikoloji, özelde ise sosyal psikoloji literatürü içerisinde ne gibi karşılıkları olabileceği hakkında bazı değerlendirmelerde bulunulacaktır.

Kitapta liderlik ilk öne çıkan sosyopsikolojik olgu olarak değerlendirilebilir. Adada bir araya gelen 6-12 yaş arasında olan çocuklarda hayatta kalmak ve kurtulmak için bir lider seçme dürtüsü baş gösterir. Bu lider yaş olarak daha büyük olanlardan biri olan ve yaptığı çağrı ile herkesi aynı bölgeye toplamayı başaran Ralph olmuştur. Ralph’ın rakibiyse siyah pelerinlilerin (kilise korosu öğrencileri) iç liderleri olan Jack’dir. Bu noktada iki karakterin liderlik tipleri Kurt Lewin’in üç tipli liderlik çalışması üzerinden ele alınabilir. Zira bu karakterlerden Ralph akılcı ve istişareyi önceleyen bir yapıda yönetim sergilemesiyle Lewin’in “demokratik lider” tanımlamasına uyarken, Jack daha radikal ve istişareden uzak tavırlar sergileyerek Lewin’in “otokratik lider” tanımlamasına uymaktadır.

Adadaki birçok çocuğun yaşça küçük olması sebebiyle liderlik zaten az sayıda kişi arasında olası görünmektedir. Ralph’ın adadaki ilk toplantıda lider olması Jack tarafından her zaman olumsuz karşılanır ve bu hoşnutsuzluğun zamanla rakibine karşı bir nefret ve kıskançlığa dönüştüğü gözlemlenebilir. Ada içerisindeki görev dağılımında avlanmadan sorumlu olan grubun lideri Jack başarılı birkaç avlanma sonrası grup içerisinde güven kazanarak adanın liderliğine daha fazla arzu duymaya başlar. Bu noktadan sonra kendi grubuyla birlikte daha başına buyruk davranışlara yeltenir. Gün geçtikçe gruplar arasındaki anlaşmazlıklar yerini daha çok nefrete bırakmaya başlamıştır. Bu durum sosyal psikoloji literatüründe yapılmış en önemli çalışmalardan biri olan Robbers Cave deneyi ile ilişkilendirilebilir. Muzaffer Sherif ve arkadaşları tarafından yürütülen bu deneyde iki gruba ayrılan izci çocuklar ilk aşamada karşı grupla düşmanca ve savaşçı bir etkileşime girerken son aşamada kendilerine verilen ortak görevler etrafında karşılarındaki gruba yönelik daha barışçıl ve yapıcı bir tutum sergilemişlerdir. Araştırmacılar, aralarındaki rekabetin önlenip işbirliğinin desteklendiği bir ortamda insanların ya da toplumların birbirleriyle daha barışçıl ve uyumlu bir iletişim kuracakları sonucuna varmışlardır. Kitaba bakıldığında da çocuklar arasında işbirliği bilincinin azalması ve rekabetin artmasıyla adanın kaotik bir ortama döndüğü, grupların birbiri ile düşman olma noktasına geldiği görülmektedir. Bu anlamda her ne kadar kitapta ve deneyde insan doğasının iyi ve kötü olan farklı yönlerinin vurgulandığı çıkarımları yapılsa da temelde gruplar arasında rekabet ve işbirliği etrafında dönüşen benzer etkiler görmek mümkündür.

 Öte yandan Jack’in Domuzcuk lakaplı çocukla sürekli çekişmesini Sigmund Freud’un psikanalitik kuramındaki id-superego çekişmesine benzetebilmemiz mümkündür. Bu noktada Jack’in idi, Domuzcuk’un ise superegoyu temsil ettiği çok açıktır. Zira Jack’de avcılık ve savaşçılık gibi arzular kontrolsüz bir şekilde ön planda iken, Domuzcuk daha çok ortak aklı ve sağduyuyu ön plana çıkaran bir karakterdir. Freud’e göre iki yapının da kontrolsüz bir şekilde baskın ya da zayıf olmasının sağlıksız olduğunu belirtmek gerekir. Ona göre bu yapılar dengede tutulmalıdır ve bunu ego sağlar. Adada ise egonun görevini Domuzcuk ve Jack’in önerileri arasında son kararı verme yetkisini elinde bulunduran Ralph üstlenir. Bu dengeleyici sistem Domuzcuğun öldürülmesi sonrası işlemez hale gelir ve adadaki birçok sistem idin tahakkümü altında daha da vahşi bir hal alır. 

Son olarak, mutlak güce ulaşan Jack ve grubu adeta cennete benzeyen adayı cehenneme çevirebilecek kadar asi eylemler yaparlar. Hırsızlık, şiddet, cinayet, yangın çıkarma bunlardan birkaçıdır. Jack ve grubu takım ruhu içerisinde hareket ederken kendilerine has maskeler kullanmaya başlamıştır. Bu asi eylemleri gerçekleştirirken kendilerinin şahsen ön plana çıkmıyor olmalarının etkisini sosyal psikoloji literatüründe deindividuation (kimlik belirsizliği) olarak ele alınan kavramla açıklanabilir. Kavramı daha iyi anlayabilmek için gerçek hayattan örnek vermek gerekirse, sık sık karşılaşabildiğimiz savaş bölgelerindeki düşman askerlerinin sivillere verdiği zararlar bu kapsamdadır. Sivillere zarar veren asker, üniforma içerisindedir ve bu aslında onu kimliksizleştirmiştir. Olumsuz davranışlarını sivil hayatta gerçekleştirdiğinden daha rahat gerçekleştirir. Bu da kimliksizliğin bir sonucu olarak değerlendirilir. Gerçekten de Jack ve grubu maske kullandığı dönemde o kadar ileri gitmişlerdir ki kitabın son sahnesinde eski liderleri Ralph’ı öldürmek için saldırırken de maskeli ve kimliksizlerdir.

Sonuç olarak, Sineklerin Tanrısı’nda yazarının alegorik anlatımının ardına saklanmış birçok nokta farklı disiplinlerden okunabilecek bir mahiyettedir. Günümüzde öfke, kavga ve kıyametten beslenen yayıncılık ve şov dünyasının esinlendiği ana kaynaklardan biri olan eserin, akademide de daha fazla amaca hizmet edebilme potansiyeline sahip olduğunu düşünebiliriz. Zira kitabın kendisi devletin oluşumu, insanın doğası, felsefi imgeler gibi farklı disiplinden analiz edilmeyi bekleyen birçok unsuru barındırmaktadır.

 

Mahmut Mücahit Çapun