KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: Çizgisiz Defter

Akif Emre, Çizgisiz Defter, Büyüyenay Yayınları, 2016.

 

Tarihin Düştüğü Notların İzinde Doldurulmaya Çalışılan Çizgisiz Defter

 

Gazeteci yazar Akif Emre, 2016 yılında yayınlanan Çizgisiz Defter kitabı ile okuyucularını deftere düştüğü notlarla buluşturmuştur. Akif Emre, kendine özgü, derin bir zihin dünyasına sahip, derdini ve fikrini okuyucuya aktarmaya çalışan bir yazar olarak karşımıza çıkmaktadır. Çizgisiz Defter, mekanları ve zamanı takip ederek okuyucuyu düşünsel anlamda da bir yolculuğa çıkaran, Akif Emre’nin gezi notlarının toplanıp derlendiği bir kitaptır. Bu sebeple kitap diğer gezi kitaplarından ayrı bir yerde konumlanmıştır. Bu yazımızda mekâna ve zamana dair anlayışımıza yeni bir ışık tutacak olan Çizgisiz Defter kitabını değerlendirmeye çalışacağız.

Kitap, birçok bölüm ve alt başlıktan oluşmaktadır. Bu sebeple her noktaya değinememekle birlikte genel bir bakış sunmaya çalışacağız. Kitabın yolculuğu bir zamanlar İslam’ın hüküm sürdüğü Müslümanların vatanı olan Endülüs ile başlıyor. Akif Emre Endülüs hatıralarından bahsederken, bizi zamanın sınırları dışında mekâna işlenmiş olan bir geçmişin hatırasını anlatıyor. Akif Emre, Müslümanların İspanya üzerindeki etkisini geleneğin yeniden icadının bir formu olarak okunabileceğini belirtmiştir. Farklı kültürlerin etkisi altında tekrardan oluşturulan bir gelenekten söz etmektedir. İspanyolların, Endülüs İslam Medeniyetinin değerlerini yok etme çabalarına rağmen, yazar değerlerin göstergelerinin hala canlı olduğunu söylemektedir. Yazarın örnek olarak verdiği; bir lokantanın dışında asılı olan çinili bir levhaya işlenmiş meşrubat reklamı, bu fikrinin bir delilidir.

Kurtuba sokaklarında rastladığı, bir camiyi andıran havranın, Endülüs İslam sanatı ile olan benzerlikleri Akif Emre’nin dikkatini çekiyor. Bu benzerliği Endülüs’ün etkileyiciliğinin sebebi ve sanat alanında geliştirilen bir üst tarzın sonucu olarak yorumlamıştır. Farklı bir zamanda belgesel çekimi amacıyla gittiği Cebeli Tarık Boğazında denizi izlerken manzarası, hüzünle batan güneşin ışığı altında, Gırnatadan Akdeniz’e açılan bir vadi ve Endülüs Müslümanlarının vatanlarını terk ettiği sahil oluyor.

Yazar bir turist olarak değil, bir fikir adamı olarak anlatıyor mekanları ve o mekanlara işlenen geçmişi ve şimdiyi. Yazarın Batıdaki yolculuğu devam ediyor. ‘’Avrupalılık’’ fikri; ‘’biz’’ ve ‘’öteki’’ temelli bir anlayışa sahiptir. İslam bu bölgede ‘’öteki’’ olarak nitelendirilmiştir. Halklar ve yönetimler de bu anlayışa göre hareket etmişlerdir. Akif Emre’ye göre İsviçre’de yapılan minare yasağı referandumu da bu fikrin bir yansımasıdır. Yola devam ederken yeni durak Paris Camii oluyor. İslam’ın Batıdaki tarihinin izlerini taşıdığını ifade ederek camiinin bulunduğu yere dikkat çekiyor. Caminin bulunduğu Quartier Latin, Osmanlı aydınlarının bir taraftan Batı’ya karşı bir mücadele sürdürürken diğer yandan da Batı’daki gelişimin nedenini çözmeye çalıştıkları yer. Avrupa’da Üç Minare başlığı ile Paris’ten sonra Berlin, oradan da Akif Emre’nin hayatına diğerlerinden daha farklı bir iz bırakan Londra’da bulunan Central Mosque durağı oluyor. Bulunduğu toplumun yapısının yansıması olarak gördüğü bu camii daha dışa dönük yapısı ve farklı renkleri barındıran mimarisi ile dünyanın pek çok yerinden gelen Müslümanları ağırlamaktadır. Bu camii Akif Emre’ye dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanlar ile tanışma imkânı sunmuştur.  

Kitabın diğer bir bölümünde yollar Kudüs’e çıkmaktadır. Yazar Kudüs’te Ramazan başlığı altında mekanlar ile oruç arasında bir ilişki olduğundan bahsetmektedir. ‘’Şehirler de, oruç tutar.’’ diyor Akif Emre. Kudüs’ün orucunu ise yeryüzü sürgünlüğünün orucu olarak nitelendiriyor. ‘’Kudüs’ün her müminin kalbine açılan kapısı dikenli tellerle çevrili’’ diyerek işgale dikkat çekiyor. Kudüs’te yaşamayı hayatın bedelini peşin ödemeye benzeterek direnişin güçlüğünü ve değerini vurguluyor. Yazar aynı zamanda Kudüs’ün hukuki ve siyasi boyutlarından ziyade bir noktada, gündemde olması gerektiğini düşünmektedir.

Akif Emre Rumeli’den, Afrika’ya doğru anlatımını sürdürüyor. Saraybosna kitapta önemli bir yere sahiptir. Saraybosna biraz da (kısmen) Başçarşı diyerek, Başçarşı’yı zamanı ve modern mekân anlayışımızı aşan bir yer olarak tanıtmaktadır. Yazar bununla birlikte Bosna’dan bahsederken turist olarak gelen kişiler için uyarı niteliğinde romantizmin bitmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bosna’da bulunan siyasi istikrarsızlık, yönetim problemleri aslında Bosna’nın hala bir savaş içerisinde olduğunun göstergesidir. Akif Emre, Bosna seyahatinin kahve içmenin ötesinde geçmişin ışığında bugünün, yarının ve hayatın gerçeklerini okumayı gerektirdiğini düşünüyor. Yazar devamında Aliya İzzetbegoviç ile görüştüğünden söz ederek görüşmenin sonunda sorularının bilge bir devlet adamının derin birikimiyle cevaplandığına dikkat çekmiştir. Akif Emre yazdığı diğer bir yazıda Bosna’da bulunan Mostar şehrinin bizlere ne ifade etmesi gerektiğinden bahsetmektedir.  Savaşta yerle bir edilen bir Osmanlı şehrinin yeniden eski görünümüne kazandırılması mimari ve kültürel direnişin sonucu olduğunu belirtmiştir. Kubbelerin, köprünün, minarelerin yeniden yükseldiği Mostar, başka şehirler için de umut olmaya devam etmektedir.

Yolculuk notları Afrika’dan Doğuya doğru devam etmektedir. Müslümanların kimlik mücadelesi verdiği Patani’den, Hafız’ın beyitlerinin hafızalarda dolaştığı İran’a uzanıyor yol. Akif Emre, Şiraz’da bulunan Hafız’ın kabrini, şiir ve selviler altında uzanan hayat şeklinde yorumlamıştır. Hissettiklerini en güzel biçimde kelimelere döken Akif Emre, İsfahan’da iki nehrin birden aktığını söyleyerek onları, “biri mekâna yenik düşerek çölde kaybolan, diğerini ise zamana direnerek zamanla kendini var kılan nehirler’’ olarak tanımlamıştır. Yazar sözlerini Irak, Suriye, Sudan, Cezayir, Medine üzerinden sürdürmeye devam etmiştir.

Akif Emre, bütün kitap boyunca fikretmeyi vurgulamıştır. Kitabı okurken gidip görmeyi hayal ettiğim bu mekanların, Akif Emre’nin bakış açısıyla daha da değerlendiğini fark ettim. Mekân zamandan kopuk bir parça değildir. Ziyaret ettiğimiz mekanların dününü bilerek bugününü ve yarınını okuyabilmek o mekânın hakkını vermeye bizi biraz daha yaklaştırmaktadır. Çünkü mekanlar yaşanmışlıklar ve fikirler ile işlenmiştir, işlemesini görmeden ziyaret ettiğimiz bir mekân bizi sade bir turist olmanın ötesine taşıyamaz. Ufuk açıcı özelliğiyle Çizgisiz Defter, benim için ‘’hayata, mekâna ve zamana nasıl anlam kazandırılır?’’ sorusunun cevabı oldu. Kitapta bulunan fotoğraflar da kitabın okunmasını daha keyifli bir hale getirmektedir. Yazarın akıcı, edebi ve yalın dili ile bütünleşen fikirlerini işleyiş biçimi kitabı değerli kılan bir diğer unsurdur. Her okuyanın, mekanlara ve hayata karşı yeni bir bakış açısı kazanacağına inanıyorum. Allah’ın rahmeti bize böylesi bir eser ile zihin dünyasını açan Akif Emre’nin üzerine olsun…

 

Sena Betül Yılmaz