KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: Aslında Bir Sanat Var: Sanat, Birey ve Toplum Üzerine

Sadettin Ökten, Aslında Bir Sanat Var: Sanat, Birey ve Toplum Üzerine, Tuti Kitap, 2019

 

ASLINDA BİR SANAT VAR: SANAT, BİREY ve TOPLUM ÜZERİNE

 

Bu değerlendirme yazısında sanata, insana ve topluma farklı yaşam perspektiflerinden bakarak yalın bir dil ile okura sanatı anlatmaya çalışan Sadettin Ökten’in yazdığı “Aslında Bir Sanat Var” adlı kitabı değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Bu kitap aslında hayatın her alanında olan sanattan, sanatla ilişkisi açısından, modern çağa uyum sağlamış ve İslam medeniyeti tasavvurunu içselleştirmiş olmak üzere iki ayrı bireyden bahseder. Ayrıca bu bireylerin sanatla kurdukları estetik ilişkilerden bahsederken toplumun sahip olduğu değerlerin birey ve sanat üzerindeki yansımasını ve sanatın topluma etkisini zihinlerdeki soyutluğu gidermek adına bazen yazarın kendi deneyim ve hatıraları yoluyla bazen de düşünsel örneklerle açıklanır. Kitap 7 bölümden oluşur. İlk iki bölümde bireyin kendini idrak etme aşamasından başlayarak sanatla tanışması ve sanat eserine kendi temel değerler manzumesine göre bakışı; üç ve dördüncü bölümde sanatçı, sanatçının çevresi ve sanat eserini etkileyen faktörler gibi konular yer almaktadır. Yazar, birey, sanat ve sanat eseri hakkında verdiği bilgilerden sonra kitabın son bölümlerinde toplum-sanat ilişkisini ele alır. Toplumun sanat anlayışını şehir üzerinden okumamızı sağlar. Kitap sık sık modernitenin kalıplaşmış sanat anlayışıyla, insanı tek tipe indirgeyen yaklaşımına vurgu yaparak okuyucu kitlesini kendi tarihini, değerlerini idrak etmeye ve özüne dönmeye sevk eder. Kitapta adı geçen şahsiyet, akım, yer isimleri ve sanat hareketleri gibi önemli ayrıntılar sayfa kenarında kısaca açıklanmıştır.

Yazarın tabiriyle “kendini idrak eden çocuk” birey olma yolunda, bu evrede gerek dış dünyayı gerekse derununu gözlemleye başlar. Gözlemlediği özel ve öznel uzay çeşitli obje, eylem ve aktör ile doludur. Bu üçlüyü sadece eylem kavramıyla ifade edersek, eylemler işlevsel ve simgesel olmak üzere ikiye ayrılır. Simgesel eylem ve nesneler, insanı işlevsel eylemlerin içinde boğulmaktan uzaklaştırır, ruhunun ihtiyacı olan hisleri ona verir ve adeta insanın ruhunu zenginleştirir. İşlevsel eylem ve objelerle etrafı sarılmış olan insan kendini idrak etme evresinden itibaren sanatla tanışmaya başladığında her türlü sanatsal objenin gizemli yanını sezerek yaşamaktan haz duymaya başlar. Bireyin sanatla tanışması hayatının belli bir kısmında gerçekleşen bir olay değildir aksine bu tanışma ömür boyu sürer. Bu tanışmayı, bireyin ailesi, aldığı eğitim ve yaşadığı toplum etkiler. Ökten, bu faktörleri anlatırken kendi hayatından örneklerle beraber akranı olan ancak modernist anlayışla yetişmiş Avrupalı Wilhelm Mayer’in hayatı ile karşılaştırmalar yapıyor. Bireyin sanatla tanışma aşaması ve onu etkileyen faktörler yapı olarak aynı ancak içerikteki farklılıklar okuyucuyu kendi kimliğini sorgulamaya yönlendiriyor.

Modernite, insanın kendini değil yalnızca ürettiklerini incelemeye değer bulurken, İslam Medeniyet tasavvurunda insan zübdei alem olmak ile kıymetlendirilmiştir. İslam medeniyetinde insana ve topluma yararlı olan her şey değerlidir. İşlevsel yönüyle beraber insan emeğinin ürünü olması sebebiyle o nesne artık bir sanat eseri değeri taşımaktadır. Modernitenin sanat anlayışında ise işlevsel yönü olan nesnelerle ilişki kurulamaz. Burada yazarın anlattıklarından yola çıkarak moderniteye karşı şöyle bir eleştiri getirebiliriz: Wilhelm’in Katedrale gittiğinde ruhunun orada bulunmaktan dolayı estetik haz alması bize Katedralin işlevsel yönünün dışında simgesel yani sanatsal bir değer taşıdığını gösterir.

Bireyin hayatı boyunca karşılaştığı nesnelere karşı almış olduğu tavrı sahip olduğu temel değerler manzumesi belirler. Bireyin sanat eseriyle kuracağı ilişki bireyin değerlerine göre değişir. Batı’da bir müzedeki sanat eseri farklı bir toplumda yetişmiş bir insan için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Ancak modernite insanı tek tip kimlikte varsaydığı için evrensel güzellik diye bir kavram oluşturmuştur. Her sanat eseri, onu üreten sanatçının yaşadığı medeniyetin aslında bir aynasıdır. Bu yüzden, karşılaştığımız sanat eserleri eğer bizden, bizim medeniyetimizden izler taşıyorsa bu sanat eseri bize güzel gelecektir. Sanatçının ürettiği sanat eserini biraz incelediğinizde, eserde onun değerlerine, yaşadığı topluma ve çevresine dair izler bulursunuz. Bu da modernitenin evrensel olma iddiasını çürütür.

Sanatkarı diğer insanlardan ayıran, bireylerin gözünde onu ulaşılması zor kılan özellikleri vardır. Öncelikle sanatkâr gözlemlediği ve derinlerinde hissettiklerini ürettikleri yoluyla aktarabilme yeteneğine sahiptir. Sanat eseri, bu yeteneğin eğitildiği yönde seyreder, sanatçının aldığı eğitimden o da etkilenir. Bireyin sanatkarı tanımasında ise yine toplumun değerler anlayışı etkindir. Ne yazık ki Batılı bir birey Itri’yi Fuzuli’yi tanımamakla kendini eksik hissetmezken ve hatta adlarını bile duymamışken, biz modernitenin etkileri sebebiyle Van Gogh’u Bach’ı tanımadığımızda cahillikle itham ediliyoruz. Modern anlayışta sanatçının değerin sanat eseri ürettiği sürece vardır. Sanatçının işi daima kendini yenileyerek eser üretmektir. Sanatçı eser üretmediğinde ona bir eksiklik duygusu hissettirilir çünkü modernizmin hümanist anlayışında insana Tanrısallık atfedilir. Sanatçı yaratıcı, eserleri ise yaratıdır. Modernist görüşte sanat eseri reeldeki objeye göre aşkındır. Çünkü sanat eserinin arka planına sanatçı tarafından simgesel mesajlar aktarılmıştır. Yani sanatkâr, eserini adeta tanrısal niteliklerle bezemiştir. İslam medeniyetinin sanat anlayışında ise doğa ile sanat eseri asla karşılaştırılamaz. İnsan doğa ile her zaman ilişki kurabilirken bir sanat eserinden gerçek bir estetik haz alabilmek için onu çıplak gözle görebilmemiz veya eğer bu eser müzikal ise onu bizzat sanatçıdan yakinen dinleyebilmemiz gerekir. Yazar burada irrealin reelden aşkın olduğunu savunan modernizme şöyle bir soru soruyor: Bir fırtınanın resmini yapmak istesem hangi kesitini sunabilirim? Hızını veya sesini resimde nasıl ifade edebilirim? Fırtınanın şiddeti değişkendir, bunu müzikle bestelemeye kalksam bu sefer etraftaki formlar eksik kalacaktır. Bu yüzden, sanat eseri ancak doğanın eksik bir kopyasından ibaret olacaktır.

Şehrin silueti de tıpkı bir sanat eseri gibi toplumun ve medeniyetin izdüşümüdür. Şehrin yapıları temel değerler manzumesine göre şekillenir. Örneğin İstanbul’a uzaktan bakıldığında ilk dikkat çekenler camiler ve minarelerdir. Fatih Sultan Mehmet zamanında yaptırılan ve İstanbul’un her yerinden görünen Adalet Kulesi, bakmayı ve görmeyi bilenler için simgesel bir mesajdır.

Yazar bu kitapta, birey, toplum ve sanat ilişkini somut örneklerle açık ve yalın bir dille anlatmıştır. Meselelerin özü ile değişen dünyadaki karşılıklarını okuyucunun zihninde canlandırabilmesi ve yaşadığı dünyayı sorgulaması için anlaşılabilir bir anlatım seçmiştir.

KAYNAKÇA

 Sadettin Ökten, Aslında Bir Sanat Var, Tuti Kitap, 2019

Sümeyye Hatice Gündüz